Doğa Bizim Evimiz

Ev nedir? Bazı kelimelerle karakterize etmek istersek belki böyle bir liste çıkar: aile, rahat, sevgi, sıcak, kutsal, sığınak, ülke, vatan. Ev aynı zamanda bir özlem yaratan ulaşım noktası. Aileden, yurttan, vatandan uzak kalırsan onları özlersin. Bu basit ve yaşanılmış olan bir gerçek. Evin aynı zamanda bir kutsallığı da var, dinimizde ve örfümüzde çok önemli. 

Önce evin aile yönünü incelemek istiyorum. En başında, ev bir bireyin ailesinin bulunduğu yerdir. Burada aileyle zaman geçirir ve evdeki olan biten dışarıya her zaman yansıtılmaz. Bu ayrımcılık (ev hayatı ve dışarıdaki hayat) evin önemini gösteriyor. Bu aynı zamanda aile bağlarını güçlendiren ve özelleştiren bir husus. Eğer bir insan ailesine karşı yabancıya kullandığı tavırlar ve duygularla yaklaşırsa, o zaman o aile ilişkisinde hiçbir özellik yoktur. Mesela, anne-oğul ve anne-kız ilişkileri başka ilişkilerden çok farklıdır. Anne-çocuk arasında olan ilişki belki insanlıkta bilinen en şefkatli ilişkidir. Doğaya bakarsak aslında, anneler yavrularını sadece kendi kendilerine bakacak duruma gelene kadar yetiştirir. Doğadaki yaratıkların anne vazifesi burada bitiyor. Ama insanlıktaki bu şefkatli ilişki daha uzun vadeli, çoğu zaman ölüme kadar devam ediyor. Bu anne ilişkisiyle anlattıklarım baba-oğul ve baba-kız arası olan ilişkileri de tanımlıyor. Bu sıkı aile bağları evin içinde başlıyor ve evin içinde gelişiyor. Yani bu açıdan bakarsak ev aynı zamanda aile için bir sosyal merkezdir. 

Evde olan sosyal merkezin içinde rahatlık da vardır. Normalde yabancının yanında rahatsız oluruz. Bu rahatsızlık hayatımızın en başından beri vardır. Sosyal bilimlerde ve psikolojide kanıtlanmış bir şey: uzmanlar ve araştırmacılar bebekteki sosyal ilişki gelişimine bakarken, anneye olan bağlantı başka ilişkilere denk olamayacağını görmüşler ve bebekte ‘yabancı kaygısı’ olduğunu görmüşler. Bu demek ki, insanlar bebek halinde bile -hayatlarını başladığında- ‘yabancı kaygısı’ dediğimiz fenomen vardır. Yani, biz yabancıların yanında korkuya ve endişeye düşüp annemizi özleriz. Annemiz bir özlem noktası oluyor. Bu açıdan ev için yeni bir kelime buluyoruz: anne. Evi karakterize eden kelimelere bir daha bakarsak sadece iki hususa genelleştirebiliriz: rahatlık ve özlem noktası. Çünkü biz evimizde rahat oluyoruz ve evden ayrılınca evimizi özlüyoruz. Bu genelleştirme anne kelimesine de uygulanılabilir. 

Bu genelleştirmeyi yaptıktan sonra öteki kelimeleri de daha iyi anlayabiliriz. Orijinal listeden vatan ve ülke kelimelerini kısaca incelemek istiyorum. Vatan kelimesi kendisince çok ağır, köklü ve önemli bir kelimedir. Böyle bir önem taşıyan kelimeyi biz ‘ana’ kavramıyla bağlayıp anavatan kelimesini oluşturuyoruz. ‘Ana’ kavramını eklemek vatana anne kelimesindeki niteliklerini katıyor. Eğer en güçlü bağımız annemizleyse ve en rahat halimiz annemizin yanındaysa, o zaman anavatana da bağımız güçlüdür ve anavatan da rahat olduğumuz bir yerdir. Anavatan bizim uzakta kaldığımızda özlediğimiz, sonsuza dek duygularımızla bağlı olduğumuz bir yerdir. Köyden başlayıp, şehir, il veya ülke bizim anavatanımız olabilir. Sonra da biz bunlara evimiz gibi sahipleniriz.

Aile, anne, vatan, ülke ve benzer kelimeleri inceledikten sonra ‘Ev nedir? ’ sorusuna için daha kısa ve net bir cevap verebiliyoruz: ev 1) rahat olduğumuz bir yerdir ve 2) uzaklaştığımızda özlediğimiz bir yerdir.

Şimdi bu konuyu başka bir yere bağlamak için bir hikâye anlatacağım size:

Parkta yürürken güneşin ısısını ve rüzgârın esintilerini tenimde hissediyordum. Bu hisler bütün vücudumum her yerine yayılıyordu. Bazen de aklım rüzgarla beraber uçup gidiyordu. Doğanın refahını ve ferahlığını başka hiçbir şeyde bulamazdım.

Şu an park yolundan ayrılıp orman yoluna girdim. Burada başka bir ortam vardı. En başında ayaklarımdan hissettim. Betonlaşmış dünyamızdan uzaklaşıyordum. Gerçekten doğal, biraz yumuşak, düz olmayan bir yere basıyordum. O an düşündüm: o kadar düz betona alışmışız ki, her şeyimizin mükemmel olmasını bekliyoruz. Halbuki doğanın kendisinde hep inişler çıkışlar var. 

Burada bir inceleme yapmak istiyorum. Gördüğümüz gibi, dünya tam düz düzenli bir şey değildir. Bazı iniş çıkışları var. Bunlar da dünyayı güzelleştiriyor, gerçek yapıyor. Kendimizi biraz rahat bıraksak ve koşturmaktan biraz vazgeçsek -sadece bir saat için- ve etrafımızdaki nimetlere ve işaretlere baksak her şey dört dörtlük olmadığını anlarız. Bu hayatta hep stresten strese giriyoruz. Bu durmayan sistemi bölmek için biraz doğayla, ağaçla ve özümüzle kavuşmamız lazım. Ancak böyle yaptığımızda başkalarını daha iyi anlayabiliriz. Çünkü başkalarını anlamak için önce kendimiz ruhsal ve bedensel olarak sağlık içinde olmamız lazım. Karma karışık bir kafayla başkasını rahatlatamayız. 

Eğer bu rahat, sakin noktaya ulaştıysak, doğanın cömertliklerini ve güzelliklerini başkalarıyla paylaşmamız gerekiyor. Çünkü dünya sonsuza dek var olacak bir şey değil. Şimdi ne kadar istifade edebilirsek edelim: temiz havayı içimize çekelim, ormanda yürüyüşe çıkalım, güzel manzaralarla gözlerimizi doyuralım. İnsanlar öyle bir programda çalışıyorlar ki, şu an dünya bile dayanamıyor. İnsanlar olarak sadece yıkıp kırmayı ve dökmeyi başarabiliyoruz. Başkalarıyla önem arz etmeyen şeyler hakkında ilişkilerimizi kesiyoruz ve etrafımızdaki enfes doğal ortamı yok ediyoruz. Dünyamızı korursak geleceğimize garanti koyarız.

Ve hikâyeye devam:

Bu güzel ortamda yürürken, ayakkabılarımı çıkarıp yalın ayak yürümek istedim. Topraktaki enerjiyi almak istedim ve içimde biriken stresi toprağa vermek istedim. Ama bu güzel anlarımı bölen bir şey vardı: yere attığımız çöpler. Bu atıkların nereye gittiğini hiç düşünmüyoruz. Her yürüyüşümde moralimi bozan bin bir türlü plastik atık ve çöpler görüyorum. Doğayı kirletmekten vazgeçmek lazım.

Doğa bizim sığınacağımız tek yer olduğunu her yürüyüşümde anlıyorum. Yürürken kuşların, böceklerin sesleri kulaklarımı dolduruyordu. Bir tane dertli bülbül yukarlardaki ağaçlarda sesleniyordu; belki yavrusunu arıyordu. Kuşlar da bizim gibi yavrularını seviyordu, kalpleri beraber atıyordu. Başka bir kuş da sanki benim için şarkı söylüyordu. Kuşların efsane sesleri kulaklarımda çınlar; uzun süre dinmeyen bir etki bırakırdı. Ama seslerin tam olarak nereden geldiğini göremiyordum. Kuşların hepsi yukarıdaki dallarla ve yapraklarla kendilerini benden gizlemişlerdi. Belki bu dünyadan saklanıyorlardı. Belki benden saklanıyorlardı. Bilmiyorum. Ara sıra ağaçların perdelerinden çıkıp başka bir yere uçan bir kuş görüyordum. Ama ağaçlar arasında kayboluyordu. Nereye kaybolduğunu merak ederek ağacın öbür tarafına bakardım ama oradan da kaybolmuştu. Böylece ağaçların ne büyük ve yüce varlıklar olduğunu hissederdim. Elimle ağacın kabuğunu ve üzerindeki yosunları hissederdim. 

Saat geciktiği için yoluma devam etmiştim. Birkaç dakika sonra orman yolunun sonuna varmıştım ve parkın başka bir kapısından çıkarak eve doğru yürüdüm. Orman yolundan ayrılıp yine betonlaşmış dünyamıza döndüm.

Burada kendi tecrübelerimle anlattım, ama çoğu insan için doğru olan bir şeydir bu yaşadıklarım. Efsane yeşilliklerin içinde, deniz kayasında, sahilde, şelalede ve güzel bahçeler içinde kendimizi bir rahatlık içinde hissederiz. Yani doğanın içinde başka bir rahatlığa ve mutluluğa kavuşuyoruz. Doğada oturduğumuzda mutlu oluyorsak, doğadan ayrı kaldığımızda da bu mutluğu özlüyoruzdur mutlaka. Rahatlık ve özlem. Yani önceki saydığımız ve incelediğimiz kelimelere Doğa’yı da ekleyebiliriz. ‘Ev nedir?’ sorusuna doğa cevabını da bulduk!

Başka bir dikkat çekici konu da doğadaki muhteşem rahatlık. En rahat noktamız annemizin yanındadır, ama doğanın içinde de çok rahat olabiliriz. Rüzgârın esintisi veya doğadaki güzel kokular bizi kat ve kat rahatlatır. İngilizcedeki “mother nature” terimine bakarsak, bunun çok iyi anlaşıldığını görebiliriz. Bunun Türkçede “doğa ana” olarak görebiliriz belki. İngilizcede doğa kelimesine anne karakterlerini (şefkat, rahat, özlem noktası) katmışlar. Böylece doğanın öneminin ne kadar çok olduğunu bir kere daha görüyoruz. Doğanın rahatlığı annelerimizin verdiği rahatlık gibidir. 

Doğa sadece bizim evimiz değil, bütün yaratıkların evidir. Dünya güzeli kuşlar ve bitkiler bizim etrafımızı güzelleştiriyor. Bu güzelliklere bakmak yerine yok ediyoruz, yerlerine binalar dikiyoruz, yollar yapıyoruz. Tabi binalara da ihtiyacımız var ama biraz daha tasarruflu olmamız gerek. Karbon yakıtlarımızdan dolayı dünyamızın doğal kanunları yerinden oynuyor: iklim değişimi, buz dağların erimesi ve başka doğal afetler gerçekleşiyor. Kendimizi ve dünyamızı korumak için daha dikkatli olmamız gerekiyor. Her defa sınırlar dışına çıktığımızda maalesef ‘betonlaşmış dünyaya’ dönmemiz gerekiyor ama bu keşifler çoğaldıkça daha büyük bir değişiklik yaratabileceğimiz umulabilir. Fakat, ilk önce konuyu öğrenmemiz gerekiyor. Bütün bilimler bu konu üzerinde çalışıyor şu an. Yazarlar yazıyor, bilim adamları araştırıyor, siyasetçiler kanunlar yapıyor, matematikçiler hesap yapıyor. Her birimiz bir şey yapabiliriz. Biyoloji biliminde bir hayvanın bile bir ortamda ne kadar çok katkıda bulunduğu çok iyi bilinir. Her ortama mensup olan hayvanların birbirlerine çok bağları var. Bir tanesi bile eksilirse ekolojik sistemde çok büyük sarsıntı ve etki gerçekleşir. Her birimizin etkisi var ve her birimizi korumamız lazım. Nasıl da kendi evimizdeki ailemizle bağlarımız varsa ve ailelerimize sahip çıkıyorsak, bu doğayı paylaştığımız canlılarla da bağlarımızı güçlendirelim ve birbirilerimizi koruyalım.

Doğa bizim evimizse, doğayı koruyalım.

#usnews #amerika
Doğa Bizim Evimiz

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bill Clinton'un Yanındakini Tanıdınız mı?

Trump'tan Çarşaflı-Türbanlı Paylaşım